Bilmediklerimizi Bilmediklerimiz [Youtube]

Yasemin: Şimdi spontanlığın dibine vuracağız dedin ya, hakikaten öyle oldu. Şöyle ki; hakikaten bilmiyorum senin ne soracağını da bilmiyorum, bilmediğimi de bilmiyorum. Ha bak şunu anlatayım bir. Kısaca şunu anlatayım. Bilmediğimi bilmiyorum deyince geldi aklıma.

Şimdi bak, biz insanların şöyle bir şeyi var. Şimdi şu alanı düşün, yamuk oldu ama olsun… şurada, bildiklerimizi bildiklerimiz var. Neler olabilir bunlar?

Engin: yüzmeyi biliyorum.

Yasemin: evet. Başka? Yüzme. Yüzme bildiğini biliyorsun. Başka?

Engin: Düşünebildiğimi biliyorum.

Yasemin: Neler biliyorsun başka? Aslında düşünebildiğini de… Eckhart Tolle’nin dediği gibi ne demekse o, orası karışık biraz.

Engin: Ne bileyim, aklıma o geldi bir an.

Yasemin: Peki, neleri başka biliyorsun? Neleri bildiğini biliyorsun?

Engin: Neleri bildiğimi biliyorum? Evimin adresini biliyorum.

Yasemin: Ha tabii, adresi biliyorsun, başka, ismini biliyorsun. Değil mi? Bildiklerini bildiğin şeyler bunlar. Şimdi bildiklerini bilmediklerin var. Bildiklerimi bilmediklerim. Neler olabilir?

Engin: Yani bir şeyi biliyorum ama bilmiyor muyum?

Yasemin: Evet evet bildiğini bilmiyorsun.

Engin: Ha, onu söyleyemem zaten.

Yasemin: Bazen şöyle oluyor. mesela bir kültür yarışmasında bir soru soruluyor, pat diye bir cevap çıkıyor içinden, nereden bildiğini hiç bilmiyorsun ama ben bunu nereden bildim? Ama atmıyorsun da… bir şekilde biliyorsun. Bildiğini biliyorsun ama bildiğini evvelden bilmiyormuşsun veya bedenin biliyor. Beden içerde bir sistemde çalışıyor çünkü sana çok doğru bir şey söylendiğinde ‘’aa biliyorum ben onu’’ diyorsun ama içine oturuyor yani, bildiğin tarafına oturuyor yani ama daha önce üstünde hiç düşünmemişsin, hiç bilmemişsin onu bildiğini, böyle bir alan var yani. Bildiğimizi bilmediğimiz. O aman da karşındaki böyle canı yürekten, tam o senin özüne dokunan bir laf ettiğinde, evet evet doğru diyorsun. İşte o bildiğin tarafın aslında ama senin bilmediğin. Okey, şimdi bir tane bilmediklerimizi bildiğimiz kısım var. Ona örnekler lütfen.

Engin: İşte ne bileyim, uçak kullanmayı bilmiyorum mesela.

Yasemin: Aynen. Uçak kullanmayı bilmiyorsun, bilmediğini biliyorsun. Başka neler olabilir?

Engin: Bir ülke, bir şehre gitmediğim için bilmiyorum ama öyle bir şehir var.

Yasemin: Mesela Japonya var ama bilmiyorsun. Veya Japonca bilmediğinin biliyorsun. Yani bu bilmediklerimizi bildiklerimiz. Bilmediğimi biliyorum yani. Bu bildiklerimi bildiklerimdi. Bu bildiklerimi bilmediklerimdi. Hani ‘aaa’ dediğimiz kısım.

Engin: Bu iç ses gibi bir şey herhalde.

Yasemin: İç ses diyelim evet. İç sesle beraber fark ediyoruz. Zaten biliyorduk. Zaten her şeyi biliyor içimiz de…

Engin: Ha bu senin kitabındaki bilen tarafımız dediğin.

Yasemin: Bilen tarafımız aynen. O saf aklımın. Saf akıl her şeyi biliyor. Evrenle ilgili bütün bilgileri de biliyor. Henüz daha ‘aaa’ diyememişiz. Mesela Edison ‘aaa’ demiş ampulü bulmuş. İçinde var bilgilerin tamamı. Anlatabiliyor muyum? Yani, içerdeki havuzdan bir şeyle karşılaşmış, bir icat yapmış. Şu anda yapılan icarlar yepyeni şeyler değil, içimizde var olan bilgiler.

Engin: İlginç.

Yasemin: Çünkü, fabrika ayarlarımızda var hepsi.

Engin: İlhamın geldiği yer mi acaba?

Yasemin: İlhamın geldiği yer. Uğradığı yer. Sanatta da öyle oluyor mu bilmiyorum. Aaa bir şey bildim falan. Oraya girmeyelim. Dur şimdi sanatı ayrı bir zaman konuşuruz. Şimdi bu alan ne olabilir sence, ne kaldı geriye? Bir alan daha var?

Engin: Şey mi? Bilmediklerimi bilmediklerim.

Yasemin: Aynen.

Engin: Hiç algı yok orada.

Yasemin: Bilmediklerimi bilmediklerim.

Engin: Buna örnek veremeyeceğim.

Yasemin: Tabii, veremezsin, bilmiyoruz. Ben de bilmediklerimi bilmiyorum. Hiç kimse de bilmiyor.

Engin: Bu şey gibi mi hani birisi mesela bir mesleği vardır ama benim hiç mesleğini bilmiyorum, ne olduğunu da bilmiyorum ama onda var o dediğin…

Yasemin: Öyle kendinle ilgili düşün. Başkasıyla ilgili düşünme burayı. Kör noktaların diyelim buraya. Yani şuraya, aslında girişi bilmiyoruz. Burada her şeyi içimiz biliyor dedik ya… biz kör noktalarımızı fark ettikçe yani bilmediklerimizi bilir hale geldikçe, buraya giriş yapıyoruz. Bildiklerimi bildiğimizi alana giriyoruz. Bütün her şey bu alana girebilmek için aslında.

Engin: O oran böyle mi gerçekten? Zaten bütün hayatımız büyük bir boşluktan ibaret gibi oldu.

Yasemin: Aslında galiba oran böyle. Çünkü ben kendi adıma konuşayım. Belki herkeste oran böyle değil, belki herkeste oran, şurası şu kadar belki. Fakat bende burası (bilmediklerimi bilmediğim) şöyle bir şeydi. Ben kendimden çok eminim zannediyordum. Değilmişim. Emin olmadığım, bilmediğim alandaymış veya kendimi seviyorum zannediyordum. E tabii canım insan kendini sevmese yaşayamaz derdim, intihar eder derdim. Halbuki hiç sevmiyormuşum, kızıyormuşum kendime, hep geçmişle hesaplaşıyormuşum, bir sürü kendime bütün hallerimi kabul edememişim bir sürü halimi gördükçe gördükçe, işte oraları bilmediğimi bilmediğim şeylermiş. Onları bildikçe bildikçe azaldı. Ha şimdi şu kadar oldu. Bilmiyorum tabii. Buras bir sembolik bir şey.

Engin: Gözü kapadığımızda girdiğimiz yer orası gibi.

Yasemin: Burası, gözünü kapadığında aynen buraya dalıyorsun ve burada kendine o tiyatro yöntemiyle, benim bulduğum diyeyim, bulduğum ve geliştirdiğim yöntemle kendini tiyatro sahnesinde seyirci olarak izlediğinde çok şeyi fark ediyorsun. Evet buna teşekkür ediyorum.

Engin: Teşekkürler.

Henüz yorum yok

Yorum Yazın