02 Şub Kitap Tavsiyeleri: Doğruyu Söylemek [Youtube]
Merhabalar,
Bugün size tanıtmak istediğim kitap Doğruyu Söylemek, Michel Foucault.
Şimdi Foucault, aslında benim geçen sene mezun olduğum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nü bitirmeden, 4 yıl zarfında çok okuduğum, çok panellere seminerlere gittiğim bir düşünür. Ama ben mesela bundan kırk yıl önce sosyoloji okumaya çalışırken o da meğerse aynı tarihlerde, işte 75-76-77’lerde Paris’te, üniversitede, öğretim üyesi olarak hocaymış ve bunları o zamanlar düşünüyormuş, yazıyormuş, çiziyormuş ve ben o zaman sosyolojiyi bitirseydim demek ki, ondan bugünkü kadar vakıf olarak haberim olamayacaktı. Bugün onu tanıdığıma yani yakından okuduğuma çok memnunum.
Bu kitabına gelince, ‘Doğruyu Söylemek’, şöyle önemli bir kitap bence. Çok çok önemli, zaten her kitabı önemli de, buradan bir yer okursam önemini daha iyi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum.
Mesela; ‘Açık Sözlülük’ demiş, ‘İşe şu soruyla başlayalım: Parrhesia sözcüğünün genel anlamı nedir? – Parrhesia zaten Antik Çağ Yunan’dan geliyor. – Etimolojik olarak, parrhesiazesthai –ki pan (her şey) ve rhema (söylenen) sözcüklerinin birleşiminden oluşur, “her şeyi söylemek” anlamına gelir. Parrhesia kullanan kişi, yani parrhesiastes, aklındaki her şeyi söyleyen kişidir: Hiçbir şeyi saklamaz, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla başkalarına açar. Parrhesia’da konuşmacının zihninde olanların tam ve kesin bir dökümünü vermesi, böylece dinleyicilerin konuşmacının ne düşündüğünü anlayabilmesi beklenir. O halde parrhesia sözcüğü, konuşmacıyla söylediği şey arasındaki bir ilişkiye gönderme yapar.’
Bu arkasından biraz daha okursam daha da netleşecek çünkü kitap, birbirine bağlantılı düşüncelerden oluşuyor ama sadece orasını okuduğum zaman net olmayabilir. Arkasındaki ikinci paragrafta şöyle diyor; ‘Doğruyu Söylemek’ Foucault’nun bu son döneminden son derece canlı bir örnek sunuyor bize. Düşünürün California Üniversitesi’nde 1983 yılında verdiği seminerlerin notlarından oluşan bu metin Foucault’nun düşünce tarihiyle nasıl baş etmeye çalıştığını gözler önüne seren bir çalışma. Antik Yunan ve Latin stoacılarına uzanan bu serüvende Foucault, son derece önemli gördüğü bir kavramı, Dürüst Konuşma – Parrhesia kavramını merkeze koyuyor, kavramın geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor.
Onun için bu kitabı tavsiye ediyorum çünkü, ben kendimden örnek vereceğim ve kendi kitabımda da yazmış olduğum gibi – kendi kitabımı artık biliyorsunuz ama yine de göstereyim – yalan söylemek konusunu çok çalıştım. Şöyle çok çalıştım; ben doğru söyleyen, her şeyi doğru söylediğimi zanneden bir insandım. Derdim ki ben çok dobra bir insanım, ne geliyorsa başıma doğru söylemekten geliyor. Ne kazanıyorsam da doğru söylemekten kazanıyorum. Halbuki meğerse gözümü kapatıp, kendime sorular sorum baktığımdan, kendime yakından bakabildiğimde, gördüm ki neredeyse hiç doğru söylemiyorum. Hiç. Ona diyorum; yaptım diyorum, daha yapmamışım. Öbürüne diyorum; işte misafir gelecek, gelmeyecek halbuki. Öbürüne diyorum bilmem ne. Ya beni beğensinler diye ya altta kalmamak için ya da bir şey kazanmak için. Devamlı bir yalan söylermişim ve meğerse zaten herkes böyleymiş ama herkes tabii kendini özünü kapatıp bulana kadar değilim zannedermiş ve ben bunları keşfettiğimde çok ağladım. Yani ilk çalışmalarımın başında. Şimdi artık o kadar ağlamayacak kadar basite indi çalışmalar ama ben o zamanlar çok ağlayarak, bir de böyleymişim diye diye yalancılığımla yüzleştim. Sonra elimde kaldı o yalancılık. Ne yapacağım ben şimdi bunu diye. Sonra şöyle yaptım: her seferinde kendimi yakaladım ‘Ben şimdi niye yalan söyledim, hangi korkularım bana bu yalanı söyletti?’ diye gözümü kapatıp, o sahneye bakıyordum. O sahnedeki bana bakıyordum.
Mesela ben arkadaşıma bana misafir gelecek, seninle sinemaya gidemem demişsem, niye sinemaya gitmek istemiyorum? ‘Bugün olmaz’ diye basitçe bir şey demedim de, misafir gelecek yalanını söyledim diye kendime sorduğumda, doğrusunu söylersem o kırılır, gücenir, bana küser, yalnız kalırım… bir sürü bir şey çıktı altından. Öyle mi, bu doğru mu, aslında böyle bir şey yok, bu sanal bir şey, benim zannetmem mi? İncelerken ederken, kendimi gözüm kapalı, yine o sahnede doğruyu söyler hale getirebiliyordum. O zaman karşımdaki de kırılmadan ‘tamam canım’ diyorsa hayalimde, olmuş demek oluyordu. Eğer, yok hala daha sert gidiyorsa o, demek ki onun enerjisi, alttaki korkularım bitmemiş oluyordu ve doğruyu söyleyemiyordum.
Kendimi böyle çalıştıra çalıştıra aylar sürdü. Belki 8, belki 9 ay, ben sadece bu konuyu çalıştım. Doğruyu Söylemek konusunu çalıştım ve sonunda, şimdi o kadar rahat bir şeymiş ki meğer, Doğruyu Söylemek… İşte Antik Çağ Yunan’da bunu biliyorlarmış meğer ama biz unuttuk bunu. Yani biz doğruyu söylemediğimiz zaman, beynimizdeki ‘fabrika ayarları’ dediğim benim, doğuştan getirdiğimiz iyi tarafımız, yani bizim tabi ve doğal, böyle harika tarafımız rahatsız oluyor, biz yalan söylediğimizde. Bize, sinyal gönderiyor. ‘Yalan, yalan bu doğru değil.’ Yani içeride bir çarpışma oluyor.
Bu çarpışma hastalıklara neden oluyor, uykusuzluğa neden oluyor, depresyona, her şeye neden. Dolayısıyla basitçe doğru söylemeye niyet edelim önce. Sonra niyete ederek yetmiyor, işte demin anlattığım gibi. İradeyle hiç olmuyor. ‘Ben asla yalan söylemeyeceğim’ dediğinizde daha da çok içinizden yalan söylemek gelecek çünkü. O irade denen şey öyle bir şey, Onunla uğraşmıyoruz. Her sahnede kendimizi buluyoruz, kendimize doğruyu söyletiyoruz. Söyletirken ederken gerçek hayatın içinde başka bir sahneyle karşılaştığımızda, otomatikman, hiç düşünmeden, bu sefer doğrusunu söylüyoruz ve o kadar kolay ki, o kadar rahat ki. Yani hücreleriniz yenileniyor bence. Doğruyu söyleyince doğal ayarlarınıza dönmüş oluyorsunuz.
Teşekkür ederim.
Henüz yorum yok